Eveeet... Bilbo Baggins üstaddan aldığım feyizle ben de bir miktar gezgin oldum ey okuyucu! Çıkınçıkmazı’m Bilkent’ten güç bela çıkıp uçağa attım kendimi; sonra başka bi uçağa, iki Cambridge’li doktor kızımızın yanına... Luton’a varana kadar ‘kembiriçli gezginin el kitabı’nı el birliğiyle yazdılar bu iki doktor, e ben de bi deniyim diye aldım yanıma; vardık bir de ne görelim, aslında daha varamamışız biz! Kapıda bekleyen fönlü teyzelere sör’lerin leydi’lerin keyfini kaçırmıycak türden bir yaratık olduğumu anlatmak için en son kükürbiturilllere konuyu getirdiğimi hatırlıyorum, orası bi muallak yani...
Sonra Kembiriç’e geldik! Peterhouse’u bulduk, bi de Hagrid! Sevgili portır amca Hagrid’in tıraşlısıydı, gerçekten “yıh yıh”layabilen bir uzay çağı hancısıydı kendisi. Fitzwilliam’a komşu odamda Mısır tanrılarına pek yakın geçirdiğim akşamlarda düşünmeden edemedim doğrusu: Ra nasıl üşümeden durabilmişti o kadar sene, hem de bodrum katında, güneşten çok uzakta? Ben üşüyordum çünkü.
Çin lokantasında Nan’la Yasin suresinden konuştuk; ilk kez bu metnin edebi yönünü görme cüretiyle kirlenmiş bir başka günahkar vardı yanımda, yalnız olmadığımı hissettim. Isındı hava biraz.
Kembiriç Sanat Tiyatrosu yani KST (J) dolup taşıyordu ey halk! Hem de mevsimlerden yazdı ve biletler gerçekten pahalıydı.
Bir de bilim insanı olmayı çok sevdim Carron’da yine kükürbiturillerden konuşurken; sahi ne çok anlatmıştım minik oyuk kabaklarımı ben bu aralar...
Sonra geldim... Ama her an gidebilirim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder